14 Temmuz 2011 Perşembe

İSLÂMİYYET DIŞINDA “YEMİN” OLMAZ, “ŞEHİD” OLMADIĞI GİBİ…


İslâmiyyet’de “yemîn”, Kur’an, Sünnet ve icmâ’-ı ümmet ile sâbit bir (akid)dir; ve dolayısıyla “zarûrât-ı dîniyyeden” olup, ona, edille-i şer’iyye içindeki keyfiyeti ile inanmayan veya onda şek veya şübhe eden, bu Mutlak Dîn tarafından dinin hudûdu hâricine atılıyor, “Senin benim içimde yerin olamaz!” deniyor…
“Yemin”, lûgat ve ıstılâh ma’nâsıyla da kur’ânî bir kelimedir, tercümesi yokdur! Bazı ilâhyapyat, “ham softa kaba yobaz” ve denâet echelleri halt edip gûyâ tercüme edilebileceğinden bahsediyorlar, bu, aynı zamanda dangalaklık ve zekâ özürlülüğüdür!. Çünki kur’ânî olan “yemîn” kelimesinin içini Kur’an, hadis, icmâ’ ve müctehid imamlar doldurmuşdur… Bunun aynısını, ne başka herhangi bir religion veya dembokrasi ve ne de, hele hele bombokrasi doldurup vaz’edebilir!?.
Bu muhal…
Şehid kelimesi gibi, kelime-i tevhîd gibi…
Onun içün and denebilir, söz vermek, söz almak, laf sıkmak, atmak, küllemek, aldatmak, külâh geçirmek.. artık ne diyeceklerse! Buna “ritüel” de deseler olur. Lâkin bir müslüman kendi “yemini”ni ve herhangi bir Şerîat emir, yasak, haber, helâl, haram veya ruhsatını “ritüel” olarak aslâ ve kat’a diline ve kalemine alamaz, alırsa çok büyük halt eder! Bir iki gün evvel yazdık, bakıla!
İslâm’daki “yemin” tamâmen müslümanlara âid bir akiddir, bir cihetiyle de ibâdet... İslâm’daki nikâh gibi… Fıkıhdaki yerine de, nasibse temas edeceğiz…
İslâm’ın dışında olanlar bu “yemîne” inanmayabilir ve kendi religion ve tanrılarına göre and çekebilir; ve onların veya kendi tanrılıklarını ortaya koyan “nâmus ve şerefleri, akıl ve şehvetleri, nefis ve hevâları” v.s. üzerine and içebilirler! Hatta tapınak ve mozoleleri, kubûru (kabirleri) ve bir takım ruhları, doktrin ve ideleri adına da!
Ancak buna, İslâm Dîni “yemin!” demiyor… Yeminin yemin olması ve öyle telâkkî edilmesi içün, “edille-i erbaadaki” ma’nâ ve medlûlü taşıması şart…
Biz, İslâm dışındaki religion ve ideolojilere, doktrin ve sistemlere, ve localara göre “söz vermeye, and içmeye” karışamayız! Hemen dikkati çekeriz ki, religion mecâzî ma’nâdaki dinleri ifâde edebilir, mutlak ma’nâda dîn ancak İslâm! Güdümlü (hoşgörü-diyalog) cemaatlerine bulaştırılan “İbrâhimî Dinler!” ta’biri de, Mutlak ve Mücerred ALLÂH DÎNİ, HAKK DÎN İslâmiyyet’e karşı, içinde, büyük bir (ihânet) taşır; ve Hakk Dîn ile Bâtıl religionları müsâvî göstermeye ve zihinlere bu küfrü yerleştirmeye mâtuf iğrenç bir fitne ve tahrîf gezdirir…
Ancak bizim yemînimiz’e hakâret eden, tahfîf ve tahkîr edenlere buğz etmek bize vâcibdir (akâiddeki vâcib, hanefî fıkhındaki değil) ve “hadi ordan Allâh düşmanı soytarı!” der geçeriz… Dâr-ı İslâm’da ise buna cür’et etmek sıkar ve ona feleğini de şaşırtırlar! Çünki orası, adâlet, hukuk, sükûn ve edeb yeridir! Orada lâf ve ağız ishâlleri ile ortalığı kokutmaya aslâ müsaade ve müsamaha, hoşgörü, diyalog, monalog, kızları sahnelerde teşhir ve ve varyete artistleri gibi hayâsızca oynatmak ve meydanlarda boğazına kılçık kaçmış it gibi gaseyân ve hezeyanlarla ortalığı kokutmaya tehammül olamaz! O DÂR, bir nezâfet ve nezâket, edeb ve insanlık mekânıdır, orada bombokratik ahırlara bile aslâ rastlanamaz!. Oradaki ahırlar bile hayvânât-ı ehliyyenin en rahat nefes aldığı, hormonlama, kolonlama, balonlama, pompalama puştluğundan nâmütenâhî uzak, bugünün iliği sömürülen ins ü cinninin rüyalarında bile göremeyeceği kadar müreffeh, Halîfe-i Müslimîn Ömer Radıyallâhu anh Efendimizin buyurduğu “El adlü esâsü’l-mülk!” hakîkatını yaşatan, müslümanın gerçek vatanıdır!
Dâr-ı harbde ise lâf ve (ağız ishâli temel kânûnu) ana kânun olduğundan, herşey biribirinin içine geçmiş, “îmân ile küfür, hakk ile bâtıl ve mü’min ile kâfir” arasındaki çizgi aşındırılarak herşey yalama olmuş ve yalakanın eline teslim edilmişdir…
İşte 12 Hazirandan beri manzara bu…
Bir “yemin” lâfı ve ağız ishâli ki, adamlar sanki iki avuç sinâmeki yutmuşlar!
Amma da kokutdular ve ortalığı ayak basamaz hâle getirdiler, her yer vıcık vıcık!
Dembokratik bir kumar olan seçimden evvel, bütün Anadolu ve Rumeli’yi, biribirlerine olmadık köprüaltı kelimeleriyle hucûm ederek ufûnet bombardımanı ile tarayan parti pırtı kelleleri, seçimden sonra da aynı seviyesizliği devam etdiriyorlar!
Birisi, sanki kendisi ”yemin” yerine onun bunun “andıça!”sını ağzına almamış gibi öteki fırıldağa fırlatıyor: “Tükürdüğünü yalayacaksın!”
O Dersim’li ötekisi de, hakikaten “iki Silivri sivrisi andıça içmezse, biz de dört yıl andıça içmiyeceğiz, her bedeli de ödeyeceğiz!..” Yani yalamıyacağız deyu nâra atdıkdan sonra, dünyanın gözü önünde Maraş dondurması yalar gibi hem de şapır şupur yalıyor!. Yalarken de “Senin omurgandan kaygılıyım!” demez mi? Sanki kendisi sabah akşam dönerek ve laf ishalinden yan yatarak, kemik erimesinden osteoporoz olmamış gibi!. Seçim goygoyculuğu sırasında “ana…a….!” nânelerine kadar her türlüsünü yiyenler, şimdi üzerine andıça içip harâretlerini kesmenin peşinde…
Tencere dibin kara maskaralığı… İşte bunun adı: “Bombokrasinin ağız ishâli!”
Bunca kâzûrât ortaya boca edilir ve bu “ulus” da 24 saat bu hamûlenin arasında ve üstünde gezinirse, eve nasıl döner, üstünü başını nasıl paklar, zihnini ve gönlünü zift gibi necâsetden nasıl arındırır, üstündeki pislikleri çoluk çocuğuna bulaştırıp sıvaştırmadan nasıl durur, dehşet!
Büyük Müfessir Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin buyurduğu gibi “İmtiyâz-ı Rubûbiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçince!” işte manzara!
Yeminmiş!
Çocuk oyuncağının bile bir ma’nâsı ve kıymeti vardır; ve onu samîmiyyetle sâhiblenen bir çocuk mevcuddur!. Burada ise, adına utanmadan ve İslâm’dan aşırarak “yemin” dedikleri ve “yemin”le zerre kadar alâkası olmayan o “and” denen nesneyi kalben sâhiblenen, bir tek kişi bile yok!. Mücerred düşmanına karşı politik tuzak kurmaya yarayan, cümleleri ve taşıdığı ma’nâsızlık ve saçmalığı içinde câhilî bir formalite…
Sâhibleniyor görünen bir kanat, sâdece bayat bir “piskevit!” kadar, büyük kanat ise, “Okyanus ötesinin gözyaşları!” kadar sâhibleniyor!
Kerhen dile alınan, orta malı olmuş, jakobenizma devirlerinin nostaljisi içinde bayat ve külüstür bir metin!
Pekkaka gürûhu ise, bir kanadıyla, yazdığı kitabda “tanrıyım!” deyen İmralı kralı adına olmayan bir andıçayı okusa, tanrısının gadabından korkar; diğer kanadıyla, “Dînimiz Zerdüştlük!” diyen Karayılan’ın religionu üzre and içmese, yılanın sokacağından eli ayağına dolaşır; bir üçüncü kısmıyla da, Marx atasının çullandığı kapitalizmanın içine ederek burjuva andıçasını içmezse, “bombokratik!” yağlı kemiklerinin kaçacağından ödü şeyine karışır!
Tam, câhilî bir bombokratik anarşi, terör, itiş kakış ve herc ü merc!
Ama onlar da tıpış tıpış gelip, maraş dondurması yalar gibi yalayacaklardır!
Kasımpaşalı Gemicikzâde Başkapiten Receb Paşa da, bu işin tadını çıkaracak!
Sonra da bunlar, bu aslâ inanmadıkları oyuncak seviyesine bile çıkaramadıkları o “andıça!”larını, göz küllemek üzre içip, kânun mânun, ana-avratyasa yapacak, “Allâh Azze’nin Rubûbiyyet makâmında artık biz varız!” diyecek ve sonra da, milletden ulusa (yahudice ulus, sürü demek) inkilab eden bu ehâli-i etrâk ve ekrât, mason Sülü’nün “müreffeh Türkiye’sine!” kavuşacak ve çoluk çocuğuyla güller gibi geçinip âtîye akıp gidecek!
Bu millet fenâ çarpıldı ve “ulus!” oldu… Şübhesiz ki, Osmanlıların “âhı!” çıkıyor!
%87 oy da alındığına ve Okyanus ötesi takımının ağzında “çok güzel bir seçim geçirdik!” ishâli hiç kesilmediğine göre, vardır bir hocfendi kerâmeti, rûhânıyyet ve nûrâniyyeti!
Himmeti hâzır ola!
“Re’sü’l-hikmeti mehâfetullâh” sırrını kalblere yerleştiremedin mi, yandı gülüm keten helva!. Sürünmelerden sürünme beğen…
“İmtiyâz-ı Rubûbiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçer,” sen de bunu tepeden tırnağa idhâl ederek cebren ve hîle ile milletin kafasından geçirirsen, yalama olmadık bir tek cıvata bulamazsın ve meydan yahudi saçından bin beter hâle gelir ve üstelik bu batışı çıkış olarak gören göz illetine de mübtelâ olur gidersin!
1928 senesinde, Ankara’da, bugün “Adım Kamal!” diyen vatandaşlarının 6 oklu şefokratik partisi, Osmanlı Şerîat hurûfâtıyla 60 sahîfelik bir kitab bastırır. Bu kitabın adı ve kapak resmi internetde de var, isteyen bulup baksın! Adını bir kere de biz yazalım: “TÜRKÜN YENİ ÂMENTÜSÜ!”
Hâşâ ve kellâ ve tövbeler tövbesi Yâ Rabb!
Evet, sene 1928… 83 sene evvel, yani o binbir ıstırab ve çilelerin çekildiği, nice ocakların söndüğü, nice evlerde yetim ve dulların âhû enîn etdiği harbden çıkdıkdan tam 6 yılcık geçince…
“Hâkimiyyet-i Milliyye Matbaasında!” tab’ edilmiş (basılmış!)
İslâm’daki “yemini” keenlemyekün kılan ve yerine, herkesde var mı yok mu, varsa ne kadar ve kaç miligram var, bilinmeyen “nâmus ve şeref üzerine!” kuru leblebi ile rakı içer gibi andıça içmeyi oturtan 6 okçu veya b…u, nasırlanmış ve kaşerlenmiş zevât-ı zerzevâtın “hâşâ” âmentüleri!
(İslâm’ın dışında âmentü olamaz, çünki âmentü kelimesinin de, yemîn, şehîd, nikâh v.s. gibi tercümesi yapılamaz! Bu da muhal, çünki onun da içini dolduran edille-i şer’iyyedir. Binlerce mefhûmu yamultup soyarak Şerîat’dan hırsızlamak da hangi südün icâbı ise!)
Okumaya tâkati olan, 1928 de basılan kitabdaki hâşâ ve kellâ “âmentü” dediklerini yani “andıça” yı buyursun:
“Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemâl’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına îmân ederim. (NOT:Hâşâ! Âhıret Günü mutlak olarak vardır ve hesâbı, en büyük ve nihâî hesabdır. Harb sırasındaki ağızlara, bir de 6 yıl sonraki kalblere bakınız!)
İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, (NOT: Hâşâ, hayrı rızasıyla, şerri adem-i rızâsıyla yaradan, Mutlak YARADICI ALLÂH Celle’dir!) büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine (NOT: Ancak mutlak var ve bir olan ALLÂH AZZE’dir!) ve Gazi’nin Allah’ın sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulûsuyla şehadet ederim.” (NOT: Son cümleyi yazan adam tam bir hezeyân gaseyân etmiş, o zamanlarda bir yandan “Türkün tanrısı Paşadır, Dini Kamalizmadır!” denecek, bir yandan da tanrı dediğini “Allâh’ın sevgili kulu!” olarak kaleme alacaksın, tanrıyı kul derekesine indireceksin! Bunları yazan şefokrasi meczublarına ne demeli!)
Bir müslüman olarak biz, buna mecâzî ma’nâda bile aslâ Âmentü diyemeyiz, çünki “âmentü” kelimesi de kur’ânî bir kelimedir ve dediğimiz gibi bunun içini de, 15 asırdır edille-i şer’iyye doldurmuşdur! Başka bir dilde tercümesi bile olamaz! Ancak, TÜRK Dil Kurumu Kurbağacasıyla bir kelime uydurarak belki ve meselâ “andıça!” diyebiliriz…
İşte bugün tam bir akıl tutulması ile “yemîn” deyû ağızlarına pelesenk etdikleri “andıça!”, hâşâ, “Yeni Türrkün Âmentüsü!” dedikleri o günki “andıçanın” bugüne akseden bir kopyasıdır!
Meclis reis-i çiçeği de (13.7.11) de, Anıt Kubûr’a çıkdı, çelenk ritüelini mozele ritüeline koydu ve defter ritüeline o “andıça!”nın en kısa hulâsasını şöyle yazdı:
“-Cumhûriyete ve demokrasiye sarsılmaz inancımızı tekrarlarken huzurunda saygı ile eğiliyoruz!”
“Türkiye şeyhler, dervişler, türbeler ülkesi olmayacakdır!”
Diyen paşaya, bu eğilmeler dünyada olsa belki bir işe yarardı… Ama şimdi  (eğilerek) yani rükû’ ederek muhâtab olmak, (eğilmek) ritüelini sürdürmek, çok tuhaf değil mi?
Demek ki “Dikleşmeyeceğiz ama dik duracağız!” diye atanlar, ve Kaptân-ı Deryâ Receb Reis düpedüz sıkıyorlar!. Eğilmeden dik dursan ve manzaran bozulmasa ne olur sanki! Paşa sana “Gel önümde eğil!” mi diyor başparlöman? Şimdi o, ne halde, senin eğilmenin o’na fâidesi var mı?. Âhıret hayâtının mutlak kânunlarına “bilâ kayd ü şart teslim olmuş, Allâh Azze’nin hâkimiyyetine, kayıtsız ve şartsız eğilmiş” bir paşa’yı, dünyadan hâlâ bir de siz rahatsız etmeseniz neyiniz eksilir?!
Bu gösteriş, ritüel ve yalakalıklar artık kabak tadı verdi! Kemiklerini sızlatıyorsunuz, âcilen vazgeçiniz, eğilerek hâtırasına karışmayın ve karıştırmayın!
(Tekrar hatırlatalım ki, o kamalizma religionunun ritüel mekânına “kabir” demek mücessem bir cehâlet eseridir! Zirâ orada 5’den çok kabir vardır ve cemi’ sîgasıyla “kubûr=kabirler” demek, elzem ve şartdır…)
Bize ne, artık biz, kimsenin religionuna ve ritüellerine cebren müdâhale edecek değiliz! Nasıl olsa bombokrasi almış başını gidiyor! Her kafadan bir ses, her çeneden bir ishâl, her eğilende bin maksad, her oy’da bin “oy anam oy!”
Bundan sonrasını, Çiçek, Günay, Arınç ve Receb gibi âbilerine abilerine oy verip bütün dünyevî ve uhrevî umurlarını onların vekâletine tevdi’ ve teslim ederek çiçekler gibi açıp bülbüller gibi şakıyan, ilâhyapyatçı, denaatçı, diyalogçu, dervîşân u devrilmîşân düşünsün!. Telfikçi, tetikçi, tüfekçi, arpalıkçı, olimpiyatçı, sahneci, varyeteci, hortumcu, hotozcu, takozcu, umreci, ritüelci, andıçacı ve bilmem neci ve neciler düşünsün!
Biz zaten %13’ün içinde bir virgül kadarcık olan cirmimizle “Hasbünallâhi ve ni’me’l-vekîl!” dedik ve “vekîlimizi”“kâlû belâ” misâkımızdan beri hiç dönmeden ve dembokratlar gibi sabah akşam kıvırtmadan, bir şeyleri asla yalamadan, eğilmeden, aynı îmânla tanıyoruz ve biliyoruz, o kadar!.
Bundan da, ne mozoleye, ne parlamentoya, ne de elâlemin andına veya “andıça”sına büyük bir zarar geleceğini kim söyleyebilir!?
Hem bu hamur daha çooook su kaldırır!
Yoğur yoğurabildiğin kadar ve yoruluncaya değin! Hatta son nefesine kadar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder