28 Temmuz 2011 Perşembe
(2) ŞEVKET EYGİ BEY’E TECDÎD-İ ÎMÂN MI LÂZIM?
26 Temmuz 2011 Salı
(1) ŞEVKET EYGİ BEY’E TECDÎD-İ ÎMÂN MI LÂZIM?
“-Müslüman halkın yüzde 90'ı namazı bırakmış.
14 Temmuz 2011 Perşembe
İSLÂMİYYET DIŞINDA “YEMİN” OLMAZ, “ŞEHİD” OLMADIĞI GİBİ…
12 Temmuz 2011 Salı
(2) ŞEVKET EYGİ BEYİN DEDİĞİ GİBİ YEMİN, BİR MÜSLÜMAN İÇÜN DÎNÎ BİR “RİTÜEL!” MİDİR?
Şevket Bey aynı yazısında devam ediyor:
“Medenî ve gerçekten demokrat ülkelerde kişiler kendi kutsal kitaplarına el basarak yemin eder.”
Kalbinde hakîkî kelime-i tevhid taşımayan bir insan kim olursa olsun onun “medenî!” olması aslâ düşünülemez… Allâh’a ve Âhırete îmân etmeyen bir kişinin kalb ve vicdanında, hakk, iyi, doğru ve güzel terâzisi olamaz. Bu terâzîden mahrum olanlar muhalled finnârdır ki, böyle bir insan ve cinne medenî demek mutlak hılâf-ı Hakk ve adâletdir… Mü’minlerin en aşağı noktasında olan, kâfirlerin en üstün bildikleri adamlarından nâmütenâhî derecede medenîdir…
“Gerçekden demokrat ülkeler!”
Tabiriyle dembokrasinin gerçeğinin olabileceğini zannedip onun reklâmını yapıyor ki, bir müslümanın dembokrasi reklamı yapması (Lâ ilâhe…) noktasında adamı uçuma düşürür! Elmalılı Merhum, “Allah’a imandan evvel küfre tövbe etmek şartdır, bu tevbenin de şartı, tâğûtları aslâ tanımamaya azmeylemekdir” buyuruyor ki, Müslümanların Âdem Aleyhisselâm’dan beri i’tikâdı budur. Dembokrasinin gerçeği hiçbir ülkede olamaz bu muhaldir. Zira Avrupa mütefekkirleri bile artık bu dembokrasi denen belânın bir “ütopya” olduğunu yazıp söyler olmuşlardır. Gerçek dembokrasinin ne olduğunu görmek isteyen, Irak, Afganistan ve dünyaya dembokrasi yutturan AB ve ABD’nin gerçek dembokratlığına bakar ve zerre kadar akıl, fikir ve vicdanı varsa manzarayı görür ve ağzına o dembokrasiyi almaya hayâ eder…
Arkadaşımız bu noktada huzur bulamayan hâliyle “Müslümanları uyarıyor!”
“Müslümanları uyarıyorum: Bir miktar dünya menfaati elde etmek, riyaset ve ün kazanmak, nefs-i emmâreyi tatmin etmek için her yemini yapmayınız. Şüpheli yeminler için gerçek ve icazetli ulema, fukaha ve müftülerden fetva alınız.”
Ve onlara yine “gerçek ve icazetli ulema, fukaha ve müftülerden fetva almalarını!” tavsiye edip akıl veriyor. Acaba kendileri hangi “gerçek ve icazetli ulema, fukaha ve müftülerden fetva” alıyor?. Böyle zevatı bulamayan ve bilemeyen milyonlarca müslümana işkence etmesin; ve hiç değilse bir tanecik zâtın adını versin ki, millet-i merhume sürünmesin, fetva ile amel etsin!.
Kendileri sık sık övdüğü dembokrasi içün medihkâr ifâdeler kullanmak câiz mi değil mi diye acaba fetva almış mıdır? Aldıysa, biz de bilsek ve o bombokrasiye dönen dembokrasi aleyhinde yazmasak ve tevbe etsek!. Büyük mürşid Merhum Ali Haydar Efendi Hazretleri beyimiz nazarında fetva vermeye lâyık idi ise, O Zâtın “Demokrasinin D’sini ağıza almak küfürdür!” dediğini Mahmud Hoca Efendiye gidip sorsun. Biz sütre arkasından mechule atış yapmıyor ve apaçık isim vererek ortaya çıkıyoruz! Elde fırsat varken geç kalmamalı, yarın o bir gün Hocaya emr-i hakk vâki’ olur da aramızdan ayrılırsa, o zaman Büyük Mürşid Ali Haydar Efendi Hazretlerinin fetvasının birinci elden şahidini kimse bulamaz… Biz kendisinden bizzat bu sözü duyduk! Lakin biz ikinci eliz ve mürîdân-ı Âhırzeman da dâhil, dembokrasi muhibbânı indinde Büyük Mürşidin senedi kabul edileceğimizi hiç sanmıyoruz…
Sorun Efendiler sorun! Sonra biribirinizi dembokrasi ve onun 15 parti-pırtısından hangisinin eteğine gireceğiz diye biribirinizin derisini yüzersiniz! Daha Hocaefendi sağken biribirinin ölü etini kemirenlerin bolluğundan geçilmiyor!. Ya o, Allâh Teâlâ muammer etsin, rahmetli olduğu zaman neler olur, dişler nasıl sivriltilip tırnaklar nasıl cilâlanır Allâh Azze bilir!
Şevket beye de biz, bunları sormasını ve araştırmasını tavsiye ediyoruz… Kendisi de bize bir Hoca ismi verse ne olur sanki?!
Diyor ki:
“Ehl-i Sünnet ve Cemaatte genel taqiyye yoktur.”
Bu ne demek acaba, genel (umûmî) takiyye ne demek? Hangi kitabda acaba “Umumi ve hususi takiyye” tabiri geçiyor!?. Veya hangi icazetli müftüsünden böyle bir fetva almışdır?. “İkrah-ı mülci” olmadan Ehl-i Sünnet’de aslâ takiyye yapılamaz. Nahl sûresinin 106. Âyetine Nasuhi Efendi Merhumun tefsirinden bakılırsa, “ikrah-ı mülci ve ikrah-ı gayr-i mülci” arasındaki farklar v.s. orada tafsilli anlatılmış, öğrenilebilir…
“Dine ve Şeriata aykırı bir yemini ille de yapmak zorunda ve mecburiyetinde iseniz, bu konuda bir zaruret varsa elinizde geçerli bir fetva ve ruhsat olsun.”
Amma güzelmiş be! Baktın ki Dine ve Şeriata aykırı yemini yapmak zorundasın, dolayısıyla vekillik, bakanlık, bilmem nelik koltuğu kaçacak, bul bir tane “icazetli (!) müftü” kitabına uydursun gitsin!. İkrah-ı mülci yok ise, bu takiyye nasıl bir rezillik olur ve bununla Allâh Azze mi, yoksa müslümanlar mı, yoksa da müşrikler mi aldatılacakdır; ve aldatanın şahsında “işte bunların dini böyle bir üçkağıtçılıkdır!” denildiği zaman, bunu dedirtenler, o zaman nasıl bir hind kınası yakacaklardır, câlib-i dikkat bir nokta!
“Fetva ve ruhsatı eline geçir!” sonra da hesab günü çıkar koynundan o ruhsatnameyi, “ben falan “icazetliden!” kapı gibi kağıtla geldim, bana kimse dokunamaz!” havaları at!
Bu hiç aklımıza gelmemişdi, bundan sonra kitabına uyduran “bir icazetli kapı!” da biz bulalım!
Yahu arkadaş, hangi icazetli ve aklı başında hoca, Allâh korkusundan tiril tiril titreyen bir zat-ı muhterem, böyle bir ruhsatname verir?. Rüşvetçilerin bile ortada vesikası yok!. Bu işin ruhsatnamesini veren adam kimmiş bir söyle! Allâhaşkına sütre arkasından yazma, çık ortaya, şu adam icazetlidir ve ondan fetva alın de…
Ayıpdır yahu! Milletle dalga geçmeyelim, bu nasıl Ehl-i Sünnet avukatlığıdır? Hangi avukat (muhâmî) böyle müvekkili ile dalga geçer?
Şu satırlar da dalganın en boğucusu:
“Ucunda maddî menfaat ve beşerî tatmin ve ihtiras olan bir konuda "Ben kendi vicdanıma sordum, olur olur dedi..." gibi fetvalar şer'î değil, şeytanîdir.”
O halt içün herifin kendine verdiği fetva şeytanî olacak, ama o kitabına uyduran “icazetli müftü” verince rahmânî olacak ve günahı da o icazetlinin boynunda kalacak!
Ucunda sadece “maddî menfaat, beşeri tatmin ve ihtiras” olsa!
Yahu icazetli hangi müftü, Şeriatı reddeden, Allâh Azzeyi nefy eden, herhangi bir adamın tanrılığına bağlı kalmanın lafını ve andını içen, bilmem kimlerin yapdığı beşerî ve delik deşik olmuş bir kitabı Kur’an-ı Azimüşşân’ın yerine oturtup buna sadakatdan ayrılmayacağım diye o dinin andını höpürdeten bir adama, nasıl ruhsatname verir?. Efgânî ve Abduh sağolsaydı, belki bir ruhsatname yan cebe inerdi, ama öyle kitabına uyduranları Şeyhülislam Sabri, Muhammed Hamdi, İskilipli Âtıf, Ahmed Zıyâüddin Gümüşhanevî, Muhammed Zihni, Ali Haydar Efendi Hazerâtı gibi hakîkî ulemâ arasında dünya yanıp yıkılsa kim bulabilir?
Bu “icazetli” adamda (icazetli demek, hoca silsilesi Kâinâtın Fahrine çıkan demek) hiç mi zerre kadar îmân ve İslâm kalmamış!. Kıçı kırık bir araba içün bile ruhsat almak, adamın şeyini meyini nasıl terletiyor!
Fesübhanallah!
“Muteber ve güvenilir fıkıh kitaplarımızda "Kitabü'l-eyman" (Yeminler bölümü) bulunur. Müslümanlar bunları okumadan yemin etmesinler.”
İş, şimdi de “icazetli müftüden!” muteber ve güvenilir fıkıh kitablarımızdaki (kitabül-eyman) bablarına kıvrıldı!. O bablarda yemin içün “ritüel” mi deniyormuş!
Ritüelse, fetvaya ve Kitab’ü-l Eyman bablarına ne hacet!?. Beşerin icad etdiği bütün yemin kılıklı (tövbeler olsun!) her halt zaten RİTÜEL!
Ritüele fetva ne gerek, Kitab’ü-l Eyman buna ne yapsın? Keenlemyekün onlar zaten ve Şeriat nazarında!
Adam vekil olacağım diye binbir fırıldak çevirmiş, yemediği nâne kalmamış, sonra da olmuş, sonra da fetva peşine düşecek ve bu da olmazsa şimdi “Kitab’ü-l Eyman” deyû kapı kapı kitab arayacak!
En sonra da, “bu iş beni imandan eder!” deyu basacak istifayı!
Yâ Rabb! Bizi bize bırakma…
“Zâlimlerin adına yemin edilmez.Kemalist ilahiyatçıların verdikleri fetvalar muteber (geçerli) değildir.”
Hele şükür!
Madem “Zalimlerin adına yemin edilmez!” O halde herifleri fetva, yok Kitab, deyu neye sık boğaz ediyoruz? Sadece zâlimlerin adına değil, zâlim ve ehl-i şirkin uydurduğu andlarla da müslümanlar yemin edemez… Onlar kendi inançlarına ve religionlarına göre edebilir, sana ne bana ne bundan? Haa onlar etdi diyelim, o zaman ne olacak?
İşte o zaman Tefsir Kitabını açacağız ve Merhum Elmalılı’dan okuyacağız:
“- (Meal): “bir mü’min hakkında ne bir yemin ne de bir ahid gözetmezler.” (Tefsir: “Yani hey’et-i mecmuasıyla Ümmet-i İslâmiyye hakkında da hiçbir hakk u ahid gözetmezler.”……………………………………………. “Hakikatde onlar için onların nazarında yemin denilen şey yokdur. Kalblerinde yeminin hiçbir hükm ü kıymeti olmadığından ağızlarıyla ne kadar yemin etseler boşdur, yemine riayet etmez, yemin bozmayı bir mahzur saymazlar. Yeminsiz oldukları küfürde bu kadar ileri gitdikleri tahakkuk ve tebeyyün etmiş bulunanlarla artık bir ahid yapmak imkansız olur. Bunlarla bir ahid yapabilmek yeminsizlikden vaz geçmelerine mütevakkıfdır.” (Tab’-ı evvel, Cild 4, s,2466-2467)
Bu satırların sıyak ve sıbâkına da bakmak lazım ki, yeminsizlikden onları vaz geçirmek nasıl olurmuş, bu işin çâre-i yegânesi ne imiş görülsün! Sâdece uçuklayacaklarla donuna kaçıracaklar okumasın!
Ve “icâzetli”, o mechul ANKÂ KUŞU müftümüzün evsâf-ı şer’ıyyesi:
“İlmi var ama namaz kılmıyor. Böyle bir kişinin fetvası da geçerli olmaz. İlmi var, namaz kılıyor ama reformcu... Bundan da fetva alınmaz.
İlmî ve fıkhî icazeti olacak. İtikadı düzgün olacak. Musalli olacak. Zâhid olacak. Muhlis olacak. Muttaqi olacak. Kullardan değil, Allah'tan korkacak. Tabakat-i fukahanın en alt derecesi olan müftülük derecesine haiz olacak. Böylesinin verdiği fetva ve ruhsata itibar olunur.”
Bu şartlarda müftüyü haber alamadığımıza göre, böylesini bul ve ondan fetva al demek, teklif-i mâlâyutak oldu demekdir; ve ankâ kuşumuz pırrrr deyip uçup gitmişdir!. Kitab açacak ehliyetde adam dese neyse… Heriflerin kendisi zaten, aylarca, belki de yıllarca evvel o andı içmeye niyet etmiş!. Onlar taa o niyet etdikleri zaman zaten hükmü yemişler!..
“İçmeyeceğiz!” diye keçileşenler bile nasıl tıpış tıpış gelip kafaya diktiler ve lıkır lıkır içdiler!. Onlara fetva al demek neyin nesi, Kitab’ü-l Eyman bul da oku demek kimin fesi! Bu şık da pırrrr dedi ve uçdu! Geriye ne kaldı, okuyalım:
“ İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata aykırı yemin edecek olanlar, (şayet dindar Müslümanlarsa) tenha bir yerde iki rekat istihare namazı kılsınlar, istihare duasını okusunlar, hiç kimse ile konuşmasınlar, başka bir işle meşgul olmasınlar, beklesinler...”
Bu devirde tenha yer bulacak adam da onların arasından zor çıkar! Hele mazbatasını aldıkdan sonra… Etraf ve ahbâb u yârân öylesine çoğalıp sarıyor ki, kıpırdayıp dönebilene aşk olsun!
Gerçi istihare etmek içün de tenha yer bulamazsa ve istihare duasını okumayı and içme helecanından vakit bulup ezberleyemezse, şimdi “istihareci hocalar!” da imal edilmeye başlandı!. İstihâreyi onlara ihâle ederler!. O kadar süperleri de zuhûr etmiş ki, tek gözüyle uyuyup, ötekisiyle rüya kovalayanlar bile varmış!
Beklesinler ne demek?
Memleket KRİZDEN mi çekiyor KERİZDEN mi, belli değil! Kim kimi ve neyi bekleyecek?. Süper istiharecilerde beklemek de yokmuş, bunların filimleri banyo bile istemiyormuş!
Hem adamlar “yemin krizi ve kerizi!” soyundan mânialara çarpıp fıtık oldular, “tükürdüklerini yalamakdan!” mideleri kazınanlar bile var ve sebil!
Zinhar kimse bekleyemez! Yoksa maaş alamazlar!
Müfessir Merhumun dediği gibi “İmtiyaz-ı Rububiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçecek de!” adamlar tanrılıklarının tadını çıkaramıyacaklar! Olacak iş mi?
“Bu devirde, kişinin en fazla dikkat etmesi, üzerine titremesi, koruması gereken şey imanı ve İslamıdır.”
Aynen öyle, alâ re’si ve’l-ayn!
“Allah'a isyan konusunda yemin edilemez.
Böyle yeminler uğursuzluk ve şeamet getirir.
Bin türlü belâ celb eder.”
Bu dahî aynıyla hakk bir sözdür!
Bunca lagaluga etmemizin âlemi neydi, bu üç cümle yeter artardı doğrusu!
Dünyada başı belâdan kurtulmayan kaç mekân ve mahluk var acaba, hiç bunun istatistiği ile uğraşan yok! Hurraaa % 87 sandığa atlayıp dembokrasiyi yaşatmak içün oy da oy furyası…
Halîfe-i Müslimîn Abdülhamid Hân Cennetmekan, milleti sandığa sokanların kafasını, o sandıkla nasıl benzetmişdi ama! Şimdiki muhafazakâr ve diyalogsal ılımlılar, hem O Büyük Han’ı sever gibi yapıyorlar, hem de o yarık sandığı!
Nifak ve iki yüzlülük, çift şahsiyetlilik, hatta poli tik olmak, kalblerin motor yağı olmuş! İflâh olunacağına hiç ihtimâl veremem! Çünki bunlar tabiat-ı sâniye hâline gelmiş ve genlere çöreklenmiş!
Gitdi millet, geldi ulus!
“Eyemenliği korumaya!” nâmus üzerine içdiler! Akşam da bir başka türlü içerler, bir ömür böyle içerek geçer gider…
Hayat, yiyip içmek ve yatmak değil mi zaten!
Dünyaya neye gelindi? Efendim!
Eskiler Allâh içün gelmişler, bunlar da gâvura benzemek ve benzetmek içün!