31 Mayıs 2011 Salı

* İNCE AYAR UYUTMA = DEMBOKRASİ DENEN FAŞİZMA!

Şimdi her yerde dünyevîleşme (sekülarizma) ve dünyâlaşma (globalizma), dünyâya açılma, v.s. gibi laflar revaçdadır; ve dünyâ insanının onbinde birinin bile bu ideolojiden haberi yokdur!
Bu keyfiyetin daha müşahhas şeklini ifâdede kullanılan lâfız ise,“demokrasi…”
Yeryüzü jandarması ABD’nin, kan döküp can alma ve yakıp yıkma pahasına da olsa herkesi hizâya sokma dîni… ABD, kendisine köpeklik eden diktatörlere ille de “Dembokrasiye geç!” emri vermiyor! Adam zâten kendisinin paçalarını öpüyor, onunla ne diye uğraşsın da imkân ve menfaatını isrâf etsin! Ama, o diktatör veya milletinin kanını emen mahallî patron, ABD ile tersleşmeye girdiği an, halk, diktatöre karşı kışkırtılıp sokaklara dökülür ve emir hazırdır:
“-Demokrasiye geç, halkın dediklerine kulak ver, yoksa halkının haklarını sana karşı muhâfazaya almamız global dembokrasimizin fâzileti ve aslâ rakîb tanımazlığı îcâbıdır!”
“-Her şeyini ve her yerini, donuna kadar elimde tutmalı ve çemişkezeğindeki her mahallene varıncaya kadar da kimin ne kafatası taşıdığını ve içinin damarlarını, nabızlarının nasıl atdığını görmeliyim!”
İşte bunun adı, bin beter ve ince ayar bir faşizmdir…
Îmânî, ibâdî, siyâsî, iktisâdî, ictimâî, huqûqî ve askerî v.s. telakkî, îmân ve hayat tarzı olan her sistem, bir DİNDİR!.. Benim îmânım böyle söylüyor!
Dembokrasinin ince ayar aldatıp uyutma ve yalanları ne diyorsa desin, bunlar bende geçmiyor, geçemez!
Yahudi ve haçlı elindeki Eski Atik, tek dinli global bir dünyâ istiyorsa; ve globalizma içinde de, bir tek patron ve bir de onun dışında kalan bütün insanlardan mürekkeb bir köleler ve paryalar dünyâsı inşâ etmek istiyorsa; ve bu onun vazgeçilmez bir olmazsa olmazı ve dîni ise, bu beni aslâ bağlamaz!
Bu sisteme boyun eğmek, benim, Allâh Azze ve Celleyi kat’iyyen redd edib onun indirdiklerini, Enbiyâsını, Âhıret gününü, hesâb ve Kitâbını tanımamam ma’nâsına gelir ki, bu benim içün mutlak ma’nâda muhal, mümteni’ ve müstahil…
Kelime-i Tevhîd’i hakîkaten kalbi ile tasdîk ve tahsîn eden bir müslüman kim olursa olsun, onun içün de bu böyle ve başka bir şık muhal…
Bu, bir müslüman içün o kadar mutlak bir keyfiyet ve lâzımedir ki, Allâh Azze’ye îmân ve (isbât) dahî, bu “lâ ilâhe!” deyişden, diyebilmekden ve bir tek istisnâsız bütün ilâhları (nefy)den sonra gelecekdir…
İşte Globalizma ve onun dîni dembokrasi, bütün dünyâda ve topyekûn amelî mezhebleri olan partileriyle kendi hedefinin tahakkuku içün kan döküyor, patlatıyor, yargısız infâz yapıyor, yakıp yıkıyor, dünyâ cehenneminin ateşini harlıyor…

Eyvallah demeyenler içün ise bir bahâne bulunuyor ve Irak, Afganistan v.s. de olduğu gibi oralara “dembokrasi operasyonları veya barış harekâtları veya oralara medeniyet götürme hümanizmaları!” düzenleniyor! Zirâ insanlığa hizmet içün bunlara değer!!!
Milyonlar katledilir, şehirler yakıp yıkılır, ülkeler bombalanır! Açlık, susuzluk, ilaçsızlık, yaralanma, sakatlanma, sefâlet, ezilmeler, horlanmalar, ırza geçmeler, işkenceler, guantanamolar, Ebû Gureyb’ler ve bilmem neler ve neler, zerre kadar merhamet duyulmadan oralarda “insanlığa hizmet adına!” hükümfermâ olur…
Bir yandan da durup dinlenmeden, topyekûn partilerle, hükûmet ve muhâlefetlerle, medyalar ve sivil toplum bilmem neleriyle “dembokrasi!” dîninin alabildiğine mukaddes tebliği ve reklâmı yapılır… Öyle ki, milletler kendi dinlerini unuturcasına bu iş bütün vahşetiyle sürer ve bu din, o memleketlerin artık lâzım-ı gayr-ı mufârıkı, asla vazgeçilmez lâzımesi ve birinci sıradaki mukaddes dîni hâline getirilir… Müteveffâ Bayar, “Biz Lozan’da batılılara söz verdik, bu millete zaman içinde İslâmiyyet’i unutturacağız!” itirâfını bu millet aslâ unutmamalıdır!
Hattâ öylesine bu dîne îmân başlar ki, “vatandaş!” denilenler içün “dembokrasinin!” alternatifi bile artık düşünülemez, varsa da yoksa da ancak o din ile yaşanmalıdır hükmü, bir tek yol olmuş olur! Çünki “burası benim memleketimdir, sen benim hayât tarzıma karışma!” demek, Yahudi elindeki Eski Ahid’e göre kölelerin efendilerine karşı yapabileceği en büyük ısyân ve günahdır! Bu taktirde de o köleler, zorla, ama mutlaka zorla, icâbetdiği zaman da askerî darbe ve kazan kaldırmalarla “adam edilmenin, hizâya getirilmenin ve medenîleşerek dembokrasi dini!” çizgi ve zikrine sarılmanın mecbûrudurlar! Bunun, mahallî bir takım mıntıkalara akseden şekli ise, kanlı irfanlı ve istiklâlli marşlar, şurda burda nâmus üzerine içirilen andlar, bir takım kabirlerin başlarındaki dînî ritüeller, bayramlar, günler, oynaşlar, olimpiyadlar, folklorik şenlik ve sarmaşlar v.s.lerdir…
Görüldüğü gibi “dembokrasi!” dini, dünyâyı sömürmenin son derece ince ayar bir usûlle yürütülmesi ideolojisidir!. Öylesine ince ayar bir usûldür ki, her dîne hayat hakkı, her düşünceye hürriyet, her tecâvüze hukuk ve adâlet, her zulme merhamet ve şifâ sahtekârlığını son derece ince ayarla yürütür; ve bunun böyle olduğunu onbinde bir kişi ya görür ve idrâk eder veya “acaba!” diyerek uykusuna gene de devâm eder!
Hattâ, “İslâm’la dembokrasinin beraber yürütülmesinde en muvaffak memleket!” diye de, bazı yerlerin sırtı sıvazlanarak, ötekilerin ağzının suyu akıtılır ve onların da tıpış tıpış bu zokayı yutmaları içün gene ince ayar içinde ince, belki ipince ayarlara geçilir!
Halbuki İslâm bir dindir, “Dembokrasi bambaşka ve İslam’la kâbil-i te’lif edilmesi muhal olan bir başka dîn!” Biri yüzde yüz vahye dayanır ve “Herşey Allah içün!” der; öteki, “her şey, ben patron ABD ve benim de üst patronum yahudi içün!” der… Lâkin bunu, asla apaçık söylemez ve söylenmesini de istemez… Sâdece “Halk irâdesi, halkın dediği olacak, söz milletindir, hüküm ve hâkimiyyet bilâkayd ü şart halkındır, her şey halk içündür!” v.s. gibi lafları o kadar çok zikretdirir ki, artık bunlar şuur altlarına çakılır ve milletler bunlarla, kurulu robota döner ve tam bir zombi olarak gerçek dîni tamâmen unuturlar! Artık o din, târihsel bir gelenek, sâdece eskilerin hâtıralarını taşıyan bir efsâne gibi telâkkî edilmeye başlanır… Kur’an ta’bîriyle “esâtirü’l-evvelîn!” olarak, “eskilerin hurâfeleri!” mevkiine düşürülür!
Hürriyet, istiklâl, adâlet, eşitlik, hak hukuk, paylaşmak, merhamet, sevgi, hürmet… ve yüzlerce insanlık hasleti, beşeriyyet içün değil, yüzdeyüz patron içün işletilen ince ayar vitrin malzemeleri hâline getirilmişlerdir!
Dünyânın dört bir yanında, patron, muhâlif nice adamları kaçırır kamplarda işgencelere tâbi tutar veya yargısız infâzlar ile bütün insanlığı katletmiş gibi bir neticeyi ortaya koyar; ve bunu oval ofisinden de av sahnesi seyreden kurtlar sofrasının dünyâ patronları olarak erkek ve dişisiyle ve bir vampir iştihasıyla seyreder! Veya bu senaryolar, hayret ifâdelerini eliyle ağzını kapatarak ortaya koyan hâriciye vekîlelerine kadar dünyânın gözüne soka soka ve “ibret alın, biz böyle terbiye ederiz, akıllı ve muti’ olun!” mesajı şeklinde 5 kıtaya servis edilir!
İşte bütün bunlar, patronun ve dünyaya “dembokrasi!” dağıtan şu “Batı medeniyetinin!” kan içen silâhlı terbiyecileri!
İşte T.C. de, 1946 ya kadar muti’ şefokratik bir diktatörlükken, San Fransisco kurtlar sofrasının kararıyla “son kullanma tarihi!” sebebiyle Almanya gibi bir tek emir ve bir tek gecede “dembokrasi!” dînine geçirilmişdir!
Artık 1000 yıllık Türkün Dîni, varlık sebebi ve hayat tarzı, serbestiye kavuşuyormuş havası çizen ince ayar bir gözkülleme ile 101. Sıraya itilmiş ve orada da sâbitlenmişdir! Ne bir adım ileri, ne bir adım geri! Ara sıra (ince ayar) restorasyon, vitrin değişikliği, “değişim-dönüşüm” nakârâtı; ve ince ayarla dembokrasi dînini getirecek partiler panayırı ile, ancak bir tek dîne îmân serbestisi vardır… Bunu adı da, kendini saklayan, onbinde birin hissedip idrâk edeceği cinsden ince ayar bir faşizma! SÛRET-İ HAKK’DAN GÖRÜNEREK, ALDATMA TAKTİĞİ kullanan bir dîn…
Nerdeyse yaka paça yakalayıp postalını öptürdüğü ve kölesi kabul etdiği halklara ve dünyâ garîbanlarına aynen şöyle söylüyor:
“-Dembokrasi sandığına git ve benim bu dînimin 15 amelî mezhebinden herhangi birisine tâbi olduğunu VE O PARTİYE vekâlet verip bey’at etdiğini apaçık ortaya koy! Aksi halde suç işlemiş olacağını ve şu kadar para cezâsı vereceğini de unutma!”

İşte “dembokrasi faşizmi!” ve işte zorbalığın en ince ayarıyla ortaya konuluşu… Bunun adı da, halk hâkimiyyeti ve irâdesinin ortaya konuluşu olacakdır!
Bu “dembokrasi!” denen, lâkin hürriyet veriyormuş gibi göründüğü içün de en necâset faşizmi ortaya koyan ince ayarın adı, siyâset literatüründe resmen “halk hâkimiyyeti, halkın irâde beyânı ve yeter artık söz milletin! gibi aslâ olmayanın ve olmayacak olanın (ütopinin) varlığıdır!!!
Adı “dembokrasi!” yapılarak dayatılan bu faşizma, dikkat ediniz öyle ince ayarla göz boyamaktadır ki, aynen ve tahtında müstetir şöyle demiş de oluyor:
“-Bana alternatif hiçbir dini seçemezsin, sadece beni seçersin! Bunu da, ancak benim ameli mezheblerimden birine mensûbiyyet ve âidiyyetle ortaya koyacaksın! Buna mecbursun, aksi halde seni suçlu görür ve para cezâsıyla cezâlandırırım!”
Dembokratik faşizmanın yumruğu altında uyuşmakdan ağzını bile açamaz hâle getirilen “ulus!” Hazretleri ise, aslâ şöyle diyemez ve ağzını bile açamaz:
“-Ulan patron, sen kendi memleketinde %45 iştirak ve %65 sandık hastiri yediğin zaman kimseye suçlusun demiyor ve cezâ da vermiyorsun! İyi ama dembokrasi dîni dışında Anadolu milletine neden başka bir dîn seçme hakkı tanımıyorsun; ve ille de tek parti faşizmini “bir tek dembokrasi dinini seçtirerek yürütüyor; ve ancak ve yalınız ona rey vereceksin!” diye zorluyorsun ve faşizmin en ince ayar pisliğini onlara yalatıyorsun?”
“-Ben, senin “dembokrasi dînini!” değil de, İslâm’ı seçeceksem, ona rey vereceksem, buna neden ambargonun en sunturlusunu tatbikle, bu suçdur deyip cezâ kesiyorsun!? Neden, “ille de ancak bir tek din olarak dembokrasiyi seçebilir, ona oy verebilirsin!” diyorsun, bu ne demekdir?”
“-Ben hangi parti-pırtıya rey versem, senin dembokratik amentüne kalb ile tasdîk ve dil ile ikrâr veren bir partinin “dembokrasi dînini!” seçmiş olmayacak mıyım?! Bu ince ayar zorbalığı, kabalarına çuvaldız batmadıkça halk hissedemez ise, benim de mi hissetmemem lâzım?”
“-Ben senin dembokrasi dînini değil; Allâh’ın Dinini seçdim, var mı diyeceğin? Senin ince ayar faşizmin ne kadar “dembokrasi!” diyerek göz küllese; ve beni, senin dîninin kulu kölesi yapmak içün bilmem kaç ömür dil dökse de, benim gözümü külleyemeyecekdir! İslâm dînini seçmek ve ona iman etmek senin sandığın kadar basit ve ucuz bir nesne midir? Senin dembokrasi dînin yaşayacak diye ben senin kölen olmayı sırtlanır ve kendi dînimi öldürürsem, bu, dünyânın en şerefsiz ve aşşağılık keyfiyetini iktisâb etmek olmaz mı?. Bay patron ve onun kölebaşları ve köleleri ne buyurursunuz?!”
Hâlâ derdimi anlatamadım mı aceb?!
Allâh ve Rasûlü’nden, hem müslümanlık dînini ve hem de dembokrasi dînini berâberce müşterek bir (îmânla) yürütmek içün bir ruhsatnâme getirmeniz muhal değilse, getirin, biz aynı zamanda Allâh Azze’ye ve aynı zamanda da size kul ve köle olalım!!!
Yahve’niz mâdem ancak sizin tanrınızdır; ve bizi, size kul köle olarak yaratmışdır, bizim ilâhımız olan ve Âlemlerin Rabbi bulunan Allâh Azze ve Celle de, bize kat’iyyen emrediyor ki:
“-Yer yüzünde ne kadar beşerî ve felsefî ve dînî sistem varsa, bunların bir tek eksiksiz tamâmını tepeden tırnağa redd ve nefyetmek en büyük ve en baş vazifendir; ve ancak bundan sonra “İLLÂLLÂH!” DEMEYE HAKKIN OLACAKDIR! Aksi halde aslâ bana (îmân etmiş olamazsın), beni reddetmiş olursun; ve fir’avnlardan zerre kadar farkın olamaz, muhalled fi’n-nârsın, ebediyyen cehennem ateşinde kalacaksın!”
Acaba anlaşıldı mı?
Yoksa çok iyi ve hınzır gibi bildiğiniz halde, işinize gelmediği ve halkı da uyandırmamak ve denizi de bulandırmamak içün bu noktada hiç ağzınızı açmamayı mı yeğliyorsunuz?!
İnce ayarlarınızdan birisi de, elbetde budur!
Bir müslümanın, dembokrasi diyebilmesi içün evvelâ kendi dîninden çıkması lazım geldiğini de ince ayar mûcibi çok iyi biliyorsunuz! Onun içün de müslümanlara “Dîninizden çıkın!” demezsiniz, diyemezsiniz! Bunu da ince ayarla yürütdüğünüzden çok eminiz. Çünki “dembokrasi ile müslümanlığı beraber yürütme!” formülünüz de, gene ince ayar üzerinden tedâvülde!. Başka çâreniz de henüz görünmüyor…
Bizim ilâhımız olan ALLÂH Azze,“iki ilâh sâhibi olarak bana kul olmamızda bir mahzur yok!” deseydi, (hâşâ ve kellâ) dediğiniz doğru olurdu; ve biz, iki ilâhlı hatta çok ilâhlı bile olabilirdik! 9 kocalı Hürmüz gibi de işimizi yürütebilirdik! Ammâ velâkin bizim ilâhımız olan ALLÂH Azze, “VE İLÂHÜKÜM İLÂHÜN VÂHİDÜN!” buyurup kestirib atmış…
Sizin tanrınız YAHVE, veya Dieu, Gott v.s.ler eski Ahidle size,“bütün insanları size köle yaratdım!”diyor olabilir, ammâ bizimkisi de böyle diyor… Üstelik bu o kadar da kat’îdir; ve zerre kadar da bir aralık bırakmıyor!
Acaba ekselansları ne buyururlar!
Elimdeki Kelâm-ı Kadîm böyle söylüyor… Hadîs, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukahâ da… Gücün yetiyorsa bunları kaldır ve keenlemyekündür de… Denâet İşleri şeyinden uyduruk fetvâ alalım dersen, onlar da bizim içün keenlemyekündür! Hem adam sarık cübbe altında kendisine makâm ve mıntıka-yı memnûasına oturak süren partisine, cemevlerini dolaşıp oy dilenciliği ve cerciliği peşinde yalakalığa soyunmuşken, bu işlerle de pek uğraşacağını sanmayız!
Adı dembokrasi olan faşizmaya herkes ince ayarlarla alıştırılmışsa, bana ne?
Ben insanlara değil, beni Yaradan’a hesâb vermek üzere yaratıldım ve bunun içün dünyâdayım…
Al “dembokrasi!” dediğin faşizmanı, Gül’ün ta’biriyle “seçim sath-ı mahallinde!” münâsib (mâil) mahallinde ve mahallelerinde tepe tepe kullan!

25 Mayıs 2011 Çarşamba

* Taze Seçim Naneleri!


Ecdâdımın hançeresinde “intihâb!”
“Fransız ihtilâli!” denilen hareketden sonra frenklerin dünyâya ihrâc ederek yeryüzünü kendilerine benzetmek içün kullandıkları vahiy dışı bir idâre tekniği, sandıklı seçim hâdisesi… Vahiy içindeki teknik ise, noksanlıklardan münezzeh Allâh’ın tayin etdiği bir teknik olarak müslümana âiddir; ve bu mücerred müslümanı bağlar ve ona âid bulunur.. Hiçbir dembokrat kişi ve müesseseyi de, bu alâkadâr etmez!
Halk, tıpış tıpış ve apış mapış sandığa gidecek, parti veya partilere rey verecek, kendisini temsil edecek adamları gûyâ seçecek (!) bunlar da parlamentoyu (din, mezheb, ideoloji, doktrin farkı olmadan) teşkîl edecek ve kânun yapacaklar!
Evli barklı, torun torba sâhibi ve kasetokrasi dünyâsının uçkur kodomanları, ayrıca soygun-vurgun, yalan-dolan mâliki uyanıklar kânun yaparak kendi irâdelerini (rubûbiyyet) makâmının yerine koyacaklar; ve on milyonlarca “müslümanım!” diyen kalabalıklar da, ki bunların içinde namaz kılarak (!) 24 saatde tam 540 defa Cenâb-ı Hakk’ı tenzih edenler de olacak, (Rubûbiyet) makâmında, bu kasetokrasi kahramanlarını ve onları açık edenleri de bulacak ve tanıyacak!!!
Şekli dembokrasi, keyfiyeti kasetokrasi bir manzara ki, içine sindirebilenlere âfiyetler veya hayırlı sayıklamalar!
İnsanların tâbi olacağı nizamları, yani dünyâda nasıl yaşamaları ve bunun netîcesinde de Âhıret’de nasıl bir hayata sâhib olmaları icâbetdiğini bu kabil kasetokrasi irileri ta’yîn ve tesbit edecek! Müslümanım diyenler, “Allâh’ın indirdiği hükümler!” ile değil; bunların uçkurist, alkolik, ribâkeş ve kumarcı kafalarından uydurdukları ile yaşayıb, yine bunların ilâhlığına boyun eğmiş olacaklardır!
Beşeriyyeti idâre edecek sistemi bunlar inşâ edecekler!
İnsan denilenler de, tâbi olacakları irâdeyi (rubûbiyyeti) kendi elleri ve oy pusulalarıyla ta’yin ederek böylece kabûllenmiş olacaklar! Ve mine’l-garâib! Aynı zamanda bu, şunun denilmesi de olacakdır:
“-Biz şu kadar milyonlarca müntehib (seçmen), bizi Yaradan’a hiç ihtiyâç duymadan, O’nun emir-yasak ve helâl-haramlarını hiç ırgalamadan, kendin pişir kendin ye hesâbı, önümüze parti patronlarının irâdesiyle konulan kelle pusulalarını mühürler, o adamları parlamento denen frengden müdevver frenkvârî mekâna yollar, emir-yasak ve helâl haramlarımızı onlara tayîn ve tesbît etdirir, Çankaya gülleri gibi gül gibi geçinir gideriz!
Bizi yokdan yaradıp sayılamıyacak kadar kâinât nimetlerini önümüze seren Hâlıq Teâlâ’nın emir-yasak ve helâl-haramlarına eyvallâh çekersek, dünyâ gâvurluğu bundan rahatsız olur, tepemize çöker!. Allâh Azze, Kur’anında “İnsanlardan değil, benden korkun!” diyorsa da, biz medenî vahşilerden çok korkarız, ödümüz patlar… Sonra ve aksi halde, Iraklı, Afgan, Çeçen ve Filistinli ehâli-i mazlûme gibi adımızı da teröriste, mürteciye, çağdışıya ve bilmem neye çıkarırlar! En iyisi biz, kendi kendimizi idâre eder, kendin pişir kendin ye hesabıyla “yola devaaaammm!” deriz vesselâm!.
Hem, böylelikle de Şeriat’ın sıkı helâl ve haramları altında “hoşgörü ve diyalog!” mahrûmu yetimler ve kışladaki erât gibi yaşamakdan da kurtulur, Karayalçın denen kellenin dediği gibi “egemenliği gökden yere indirir!” ümmet olmanın sıkıntısı yerine (vatandaş) olmanın keyfini çıkarırız!
Ve hem, “Hakîmiyyet bilâkayd ü şart milletin!” olduğuna, Kâinâtı Yaradanın olmadığına kamalizma dînimiz de nasslarıyla kat’iyyen işâret buyurduğuna göre, artık Allâh’ın hâkimiyyet ve hüküm koymasına ve Kur’an ahkâmına lüzûm da olamaz!.
Kur’an-ı Mecîd, “Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendisidir!” derse desin, ne olmuş yani, bütün dünyâ “dembokrasi!” deyip, yarık sandığa rapt ü kalb eyleyip parlamentolarının rubûbiyyetine îmân etmiyor mu? Biz de dembokrasinin ikiz kardeşi “kasetokrasiye!” îmân etsek Kıyâmet mi kopar? Eyi ki “zinâ”, AKP’nin AK yüzleri tarafından suç olmakdan çıkarıldı! Yoksa kasetlere geçen uçkuristler bu kadar hem suçlu hem güçlü olarak höykürebilir ve taaa Çankaya sâkinlerimize kadar koruma ve müdâfaaya alınabilirler miydi?. Seçim sath-ı mâiline değil de, Reis-i Cümhûr Hazretlerinin yüksek Türkçesiyle “SEÇİM SATH-I MAHALLİNE!” girerken, dembokrasiden kasetokrasiye girmenin “yasal, mantıksal, akılsal, karasal ve havasal!” bir mantığı olabilir mi? Meşrûtiyetden Cümhuriyete, ondan dembokrasiye, şimdi de tam çaydan geçerken kasetokrasiye geçib onun atına binmenin mantıksallanabileceğine inanılamaz! Diyânet-i cümhûriyyemiz bile “ay ne fenâ oldu kıııız!” der gibi şeyleşmiyor mu? Arınç arkadaş, “şeyini şey etdiğiminin şeyi!” derken haksız mıydı!
Bu devirde biz kasetokrasiyi bırakıb (ALLÂH) dersek, ne ayıp! Gavurcuklarımız, yerli-yabancı topu da, bize ne demezler…
Yok yok, kendimize “mürteci” “dinci” “ortaçağcı” “örümcek kafalı!” dedirtemeyiz! Hem kutsal metinlere geçen “Gökden indiği sanılan dogmalarla devlet mi idâre edilirmiş!”… Hem biz, “Allâhın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin tâ kendisidir!” diyen âyet var diye kâfir mi olurmuşuz!…
Böyle yüzlerce âyet varsa var, ne yani, Sedânımın kâfilesiyle turistik bir umre seyyâti yapar arınır gideriz… Koskoca Diyânetin artık kapı gibi PROF.DR. başkanları var! Günâhımız onların boynuna! Medrese nesli, kelaynaklar gibi ortadan kalkmasaydı, şimdi hepimiz cehennemi boylamışdık! Şimdi diyânetdekiler modern, feminist, reformist ve “revizyonist!” Bu işleri iyi bilir, kitâbına düzgün uydururlar! Biz artık şeyhülislamları değil, onları dinleriz! Yoksa kafamızı üşütüp rahatımızı kaçıracak değiliz! Stres kanser yapıyor zâten! Aklımızı çelecek Eddoktûr “Çelakıllarımız!” bile türedi, sabahın köründe, pardon sadasının gölgesinde! Şimdi fetvâ almak için hastâne kuyrukları gibi fetvâ kuyruklarına da lüzum yok, kumandayı zapladın mı fetvâ hazır, hem de günlük, taptâze ve tam damak tadına uygun!
Yardakoğlu mu Çardakoğlu mu ne, bir reis vardı, “bilgi esasdır!” diyordu! “Artık dini ve dindarlığı geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyaya bakarak inşâ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!” deyû fetvâlar düzüyordu! Şimdi onun yerine gelen PROF. DR. Görmez Bey, duymaz ve söylemez bir ulu kişi ve “summün bukmün umyün” çizgisinin bir kahramanı olarak hadisler üzerinde pek ilmî ve teologsal, çağdaşsal, bilimsel, şerbetsel ve oryantalistsel çalışmalar içinde değil mi?! Ve ABD ve AB dünyâsının hoşgörü ve diyalog uykularını kaçıracak ve onları rahatsız edecek hadisleri, “bunlar uydurma ve zayıf şeylerdir!” diyerek pirinç ayıklar gibi ayıklamaya ön-ayak olmaya başlamadı mı?.
Müfessir-i Meşhur Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri “İmtiyâz-ı Rububiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçmişdir!” deyû Muhalled Tefsîrine apaçık yazmışsa bize ne? O da Osmanlı kafası taşıyan bir icâzetli medrese adamıydı! Şimdi Okyanus ötesi revaçda! Artık büyük hikmet, keşif ve ilhamlarla sâbitdir ki, Okyanus ötesindeki ABD, dünya gemimizin kaptân-ı deryâsı yani Andorya Dorya’sıdır!!! Onu dinlemezsek “dembokrasi!” dînine de, hoşgörü diyalog zikrine de çok yabani kalırız ve bu da göze batar, köylü kalmışınız derler adama! Kasetokrasiye geçiş bile, nasıl zorluyor ve bazılarına 9 doğurtuyor!… 9 ışık bile pırpır etmeye başladı!
Bugün artık Irak ve Afganistan gibi nice bozuk arâzîler dahî ABD kaptanımız sayesinde dembokrasiye geçdi! Hem de milyonlarının kanını vampir gibi akıta akıta… Şimdi sıra İslâm coğrafyasının dizaynında… Artık dünyâ değişdi, başvezîrimiz âtıfetlû Receb Tayyib Arkadaş bile “değişim-dönüşüm!” nasihatlarıyla Kaddâfi putu ve laf dinlemezini az mı uyarıp ikâz etdi!
“Böyyük Türkiye!” içün canla başla ve locadan arkadaşlarıyla yarım asırdır kan ter içinde çalışan Demirel birâderimiz, ne hikmetli loca vecîzeleri salladı yıllarca… “Camiler ardına kadar açık!” dedi, “sana namaz kılma diyen mi vaaa!” dedi, “Kuran’da 236 âyet devlet idaresi ile alakalı ve laiklikle ters, bırak onları, geriye 6400 küsur âyet kalıyor, bunlar neyine yetmiyor!” dedi… Daha ne “nurlu ve mücâhidce” lâflar ortalığa savurmadı? Attığı her adımla İslâmköydeki Süleymân Bey Anıt Kabrine yaklaştığı şu günlerde Haberal reklâmlarıyla CHP goygoyculuğuna bile soyundu! Haberal’ın oğlunu da MHP içine yerleştiren kimlerse?. Sülü, iki partiyle Receb arkadaşı çapraz ateşe alma taktikleri peşinde! Sinsi sinsi Receb arkadaşın nasırıyla oynamakda amma da mâhir eski kurt!
Hulâsa sadede gelirsek, namaz, oruç, umre, kandil, hatim, dua, tesbih, adak, hatta Erbakan Hocamıza bir milyon hatimi seçime doğru indirmek, v.s.ler içün, tivilerde son derece din ve reklam hürriyetlerimiz bile var! Daha ne olsun yani!
Başörtüsü “kamusal arâzimizde yasak!” olsa ne yazar?. Bülend Arıç Arkadaş yıllar evvel “bu işi halletmek nâmus borcumuzdur!” demedi mi? Borcuna sâdık arkadaşdır, asla üstüne yatmaz, eli değmemişdir! Bekleyelim, daha ne seçimler var önümüzde! Dembokrasimiz tükenip bitince de kasetokrasimizle yol alırız! 12-15 yaşına kadar çocuklara Kur’an-ı Mübîn ve din dersi öğretmek memnu’ oluverirse olsun, biz de, bale, mızıka, eski ve yeni Ahid derslerini her yaşda almak içün oraların dersânelerine koşarız, kıyâmet mi kopacak? Şeriatın ahkâmı yasaksa, İslamiyyet yasak mı olmuş, silinip süpürülmüş mü yani… Zaman bize uymazsa biz zamana, Zaman gazetesine uyarız!
Ramazanlarda Kur’an ziyâfetlerine can dayanmıyor, o bülbül sesli, matruş, boynu yularlı, takkesi uçuk, saçları püsküllü hâfızların kıraatları, hem de çeşitli makamlardan nâmelerle ortalığı çınlatmaları, o ilahiler… O hazır günlük ve taze hatim ve yâsînler… Bu çağda bunlar ne ni’met! Efendim! Aman Allâh’ım!”

Evet, manzara-yı umûmiyye budur ve seçim dedikleri göz boyama bütün ufûneti ile yaklaşmakda ve sandıkdan ve sepetden ne tavşanlar ve ne maymunlar çıkacakdır, seyre değer!
Liderler, başlar, ağalar ve patronlar, adamlarının listelerini yapıp, kendilerine “belî sultânım!”diyecekleri listelerine kara kalemle yazdılar bile! Ve hâkimiyyet bilâ kayd ü şart kendinde olan (!) dembokratik “ulus hazretleri!” de, sandık ve sepete girip, tıpış tıpış o “parti kralları hazerâtın!” tayin ve tesbit etdiği ahbâb u yârânına mührü gözü kapalı basacak ve “mühürlülerden!” olmanın mutluluk ve erdemiyle “dembokratik hakkını ve vatandaşlık vazifesini!” edâ ve ifâ etmiş olacakdır!
Ben ise, bunca uyur-gezerliği İslamlık ve insanlık şeref ve haysiyetime yüzde yüz ters bulduğum içün, o sandığın ayağına gitmeye aslâ tenezzül etmiyeceğim…
Şu kıytırık dünyada, güdülen sürü içinde dört ayaklı bir âlet olmakdan daha büyük zillet ve cezâ, bana muhâl görünüyor… Direniş olmadan diriliş olamaz… Bir değil, istersen yarım kişi ol! Ama hakk içün direnişin yoksa, beşyüz milyon da olsan, aslında bir çeyrek adam bile etmezsin!
Yarık Sandık Erkânı ve Kâinâtın bilgilerine…

23 Mayıs 2011 Pazartesi

* “ÖZEL HAYAT!”


Ecdâdımın hançeresinde “Hayât-ı şahsiyye!”
Dembokratik din, mantık, tarz, şeytânî akıl ve ideoloji içinde “özel hayât ve onun dokunulmazlığı!” denilen nesne, aslında eşşek hürriyeti cümlesindendir; ve hiçbir hudud da tanımayan batılı dünyâya âid bir keyfiyet… Bu dünyânın hayât tarzına geçit verici, hayvanlık altı şeytânî bir manzara…
Lenin bile, “Bir komünistin özel hayatı olamaz!” derken, bütün bir komün hayatının, kendi ideolojisine hasrını ister ve bunu ifâde eder..
Mutlak hakîkat İslâm da, Kelâm-ı Kâdîm’iyle “müslümanım!” diyene:
“-Namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve memâtım ancak Allâh içindir!”
Dedirten mutlak tenzîhin nizâmı…
T.C. denen beşerî ve tâğûtî arâzî, “kaset skandalları!” denen 9 kuvvetindeki rezîl zelzele sarsıntılarıyla herc ü merc… Türkeş’in 9 ışığı, 9 kuvvetindeki zelzele ile 9 istifanın elinde 99 parça!!!
Belden aşağısıyla alâkalı aşşağılıkların genitalizması, her evin haremine kadar ağız ve tenâsül ishâli olarak yaygınlaşan bir meşgâle mihrâkı! Anadolu çapında, târihde ilk lâğım patlaması ve iğrenç bir ufûnetin istilâsı!
Müslüman geçinici güruhlar da, dembokratik propaganda esiri olarak müdafaalarını “özel hayat!” denen nesnenin masûniyyeti istikâmetinde sarf ediyor… Zaman gazetesi yazıcısı ve Pensilvanya müridi Gülerce de, (23.5.2011) her türlü medyada fuhuş tellâlliği ve avukatlığına soyunanlara munzam, kasetlerle uçkuru düşükleri ortaya çıkaranları “şerefsiz, ahlâksız, alçak, haysiyetsiz!” v.s. diyerek yerin 7 kat dibine geçiriyor!… Böylece “Okyanus ötesi!” diyen “Piskevit ve sandaj!” kelimelerinin mu’cidi kurt totemli ve kurt bakışlı bağırgan Bahçeli’ye şu mesajı veriyor:
“-Bak, seninle aynı kanaatdeyim! Bu belaşağısı aşşağılık işler “özel ve gözel hayatdır, dokunulamaz!” Dokunmak ve kasetlemekse, alçakça ve şerefsizce işlerdir! Böyle olunca da, bizim gibi Okyanus ötesi takımının bu kabil pis işlerle alâkamız aslâ olamaz! Onun içindir ki, seni zorda boğan bu kabil cinsiyet sırlarının ifşâını “özel hayat!” nakârâtına sarılarak yerin dibine geçiriyorum; ve artık böylelikle de isbât etmiş oluyorum ki, bu işlerin altında bizim aslâ parmağımız olamaz! Bizim yumuşak, mütevekkil, el öpen ve muti’ takım, sütden çıkmış ak kaşıkdır! Okyanus ötesindeki sâhib-i zemân Efendimiz Hazretleri siyâset üstüdür, aslâ politikaya bulaşmaz, “eûzübillâhi mineşşeytâni vessiyâseti” diyen Bediüzzeman’ın yolunda bir velî ve bir Allâh ve “ibrâhimî dinler!” ve “Papa Hazretlerinin!” dostudur, yârıdır, yârânıdır, mahbûbudur, nâsırıdır!..
Ammâ ve lâkin, dünyâ siyâsetine nazar eden müsbet mülâhazalarına aslâ bir söz söylenemez! Bunlar, O’nun engin merhamet ve şefkat dolu yüreğinin insan ve hayvan ve yaratılmışlara sevgisindendir! Ve Bin Ladin nefreti ise, o ayrıdır, o, nice esrarlı hikmetler taşır!. ABD dünyâ gemisinin kaptanına bey’at etmek, “papalık misyonunun bir parçası olmak!” yahudi otoritesini dinlemek”, referandumda ölüleri de mezarından kaldırıp (evet) dedirtmek, “Cebrâil bile parti kursa rey vermem, başörtüsü fürüatdır!” diyerek beyanlarda bulunmak, “her câminin yanına bir cemevi kurulmalıdır!” fetvâsı höykürmek, hoca maskesiyle Vatikan, Waşhington, Tel-Aviv, Brüxselles ve Londra beşgeni hesâbına “Türk Okulları!” ve “Türkçe Olimpiyatları!” ile mehdiyyet ve müstakbel ve ılımlı ve hoşgörülü ve ehlîleştirilmiş kadife kadar yumuşak bir hılâfet makâm-ı muallâsına âid şiivârî büyük diyalog ve takiyye yatırımlarına girişmek, v.s.ler gibi düzinelerce kerâmet ve hâller, bunlar başka!. Bunlar, öyle her akıl sâhibinin idrâk edeceği esrâr-ı âdiyeden küçük işler olarak “mülâhaza” edilemezler!!!”
Bu kabil akıl ve mantık yürütmeler, tamâmen dembokratik îmân tarzının bir dışa vuruşudur; ve bir müslüman, şer’î terâzinin ibresi dışında da, aslâ bir başka şıkka el ve dil uzatamaz. Uzatana “müslümanlık müslüman!” demez…
“Özel hayatın gizliliği!” perdelerine bürünerek her türlü rezâlet ve ahlâksızlığı meşru’ ve bunları da mürtekiblerinin en tabii bir hakkı imiş gibi göstermeyi, yine bir müslüman, alçaklık, şerefsizlik, haysiyetsizlik, şirk, küfür ve nifâk!” bilir; ve bu dembokratik îmân ve istikâmetin adına da, “Allâh korkusu, hesab îmânı, adâlet hissi taşımayan, mücerred batılı ağzına sâhib, hayvanlık altı bir keyfiyet!” der…
“Dinci!” denilerek müslümanlıklarına atıf yapılan T.C. içindeki birçok sürülerin partikolik politika haşerâtı, bu istikâmeti yağlayarak, dembokratik tabasbus ve yalakalığın birer parçası olmuşlardır…
Zinâ ve ona açılan genitalizma oynaşlarını, “müslümanım!” diyen mahlûkâtın en alt derecesinde bulunan bir ferdin bile, hangi telâkkî içinde olursa olsun tel’in etmesi, onun içün dînî bir zarûretdir…“Milletin vekili!” unvan ve temsîlini taşıyan bir gürûhun en aşgarî dembokratik bile olsa îmân ve nâmus borcu da, varsa nikâhlı karısı, öz oğlu ve kızı, anası ve babası ve bütün usûl ve fürûunun ve vekâletini aldığı milyonların önünde irtikâb edemiyeceği belden aşağı aşşağılıkları, hayâsızlık ve hayvanlıkları, hiçbir zaman ve mekânda da söz ve fiille ortaya koyamıyacağı hakîkatıdır… Bunları “Özel hayâtın gizliliği!” diyerek meşru’ göstermek, kabuklu haçlı ahlâkında bile yeri olamayacak bir şenaatdir.
Deniz Baykal hâdisesinde de, ne fâil ve ne de mef’ûl, “biz bu zinâ fiil-i şenîasını irtikâb etmedik!” diyememişlerdir!. Aynı manzara burada da aynen vâkidir ve suçlu olarak bunlar “özel hayat!” denilen kapitalist-dembokrasi dininin bir îmân umdesiymişcesine gözden uzak tutulmak isteniyor; ve bu noktadaki dembokratik şerefsizlik suçu da, şerefsizlik ve alçaklık suçunu tesbit eden ve yakalayan “derin kaset şebekesinin!” üzerine boca ediliyor…
İşte iğrenç nokta budur…
Dembokratik milletvekilliğini, genitalizması içün azgınlık ve cinsî şehvetinin kudurmasına sarfedenler suçsuz, ama bunu açık edenler suçlu… Ne o, “özel hayâtın mahremiyeti veya dokunulmazlığı!!!”
İğrenç!
Bir kere genital hayvanlıklar, kasete alınabilecek vasatlarda tatbikata konulabiliyorsa, o mekân “tecessüse” kapalı değildir; ve araştırılıp kurcalanması haram olan bir bölge de olamaz!.
Aşşağılık olmayan, nâmuslu bir adamın bir tek tecessüse kapalı mekânı, onun (nikâhlı haremi veya zevceleri veya câriyeleri) ile paylaşdığı hususî “özel!” yatak odasıdır; ve bunun dışındaki hiçbir zamân ve mekân, o adamı ma’zûr gösteremez…
Müslümanım demenin, bundan başka tarîfi de yapılamaz. Bir insan ya müslümandır (edille-i şer’iyye) terâzisinde hâdiseyi tartar ve bu noktada karar kılar; veyahut o adam, bu terâziyi kullanmadan hüküm sâhibi olarak dembokratik-ateizma-kapitalizma telâkkîleriyle hezeyânlar kusuyorsa, onun adı ancak münâfık veya müşrik olabilir… Hakk’ı bâtılla (telbîs) küfründen uzak duramayanları, bizim müslüman kabûl etmemiz de küfürdür; ve millete dembokratik sex ritüellerini meşru’ telâkkîler olarak dayatan kim olursa olsun, o, aşşağılık ve şerefsizin tekidir…
Efendiler!
Müslüman geçinip, kapitalizma-dembokratik dininin “özel hayat!” fuhşunu ma’zur göstermek alçaklığı ve şerefsizliğini irtikabla, fuhşa rızâ fuhuşdur neticesini veren “masiyete rızâ ma’siyet ve küfre rızâ küfürdür” mutlak hakîkatını, “îmân ve fikir fâhişeliğine” tutunarak işlemezliğe sürükleyemezsiniz…
Bırakın genitalizma hayvanlarını ve kaset şebekelerinin it gibi dalaşmalarını, evvelâ siz adam olmaya ve “aşşağılık ve şerefsiz!” olmamaya bakın!
Yoksa, geri dönüşü “intihâr!” kabul eden Okyanus ötesindeki muhterem gibi:
“-FBİ’lı Pensilvanya yollarına nasıl olsa girdik, Okyanus ötesi bizi tesbit etdi ve bağladı, artık geri dönüşümüz yok!” mu diyorsunuz?.
Tabii sözlerimiz, zerre kadar akâiddeki “şer’î îmânı” olan ve “LÂ İLÂHE”diyebilenleredir… ABD ağzıyla yazan ve konuşanlar, dembokratik kapitalizma diliyle lâf çevirenler, müslüman mahallesinde satmak istedikleri salyangozlarını kendileri mideye indirmek zorunda kalacaklardır…
Hem de kabuklarıyla!